Kira Sözleşmelerinde Kiralananın El Değiştirmesi Halinde Akdin Sona Ereceğine Yönelik Sözleşme Hükmünün Uygulanması
Okuyacağınız blog yazısının konusunu, mülga 818 sayılı Borçlar
Kanunu’nun ( Bundan sonra “Mülga Kanun” olarak
anılacaktır.) yürürlükte olduğu dönemde akdedilen Kira Sözleşmesinde
kiralanan taşınmazın el değiştirmesi halinde işbu sözleşmenin yeni malikle
devam etmeyeceği, eş deyişle sözleşmenin sona ereceği, hükmünün yer alması
durumunda; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun(“TBK”) yürürlüğe
girdiği 1 Temmuz 2012 tarihinden sonraki bir tarihte söz konusu kiralananın el
değiştirmesi halinde kira sözleşmesinin sona ereceğini düzenleyen bu hükmün
uygulanabilirliğinin tespiti oluşturmaktadır.
Zira Mülga Kanunun yürürlükte olduğu dönemde taşınır kiralarında
kiralananın el değiştirmesi halinde mevcut kira akdinin sona ereceğine yönelik
olan ve fakat taşınmaz kiraları bakımından yeni malikin akdin tarafı olacağına
yönelik olan düzenleme TBK’da yeni malikin işbu kira akdine taraf olacağı
yönünde değiştirilmiştir.
Hukuki Değerlendirme 818 sayılı Borçlar
Kanunu’nun Yürürlükte Olduğu Dönemdeki Düzenleme Açısından Değerlendirme
818 sayılı Mülga Kanun m. 254’e göre;
“İcarın akdinden sonra, mecur, mucir tarafından ahara temlik yahut icraen
takibat veya iflas tariki ile kendisinden nezedildiği takdirde; müstecir,
mecurun ahiren maliki olan üçüncü şahıstan ancak kabulü şartı ile icarenin
devamını ve mucirden akdi icra yahut tazminat ita etmesini isteyebilir.
Bununla beraber icar edilen şey bir gayrimenkul olduğu takdirde, akit daha
evvel feshe müsait olmadıkça kanunen ihbar caiz olan miada kadar üçüncü şahıs,
icara riayet etmekle mükellef tutulur ve feshi ihbar etmediği takdirde akdi
kabul etmiş addolunur.
Ammenin menfaati için istimlake dair olan hususi hükümler mahfuzdur.
”
İşbu hükmün ilk fıkrası uyarınca, kiralanan akdin devamı süresinde kiraya
veren tarafından satılmış, bağışlanmış veya başka bir suretle el değiştirmiş
olduğu takdirde eski kira sözleşmesi sona erecektir. Zira bu durumda kira akdi
ancak yeni malikin sözleşmeye devam etmeyi kabul etmesi halinde varlığını koruyacaktır.
Kiracı ise yeni malik olan üçüncü kişiyi sözleşmeye devam etmeye zorlayamayacak
ancak kiralayandan müspet zararının tazminini talep edebilecektir.
Esasen kiralananın sonradan el değiştirmesi kira sözleşmesini sona
erdirmeyip, kira sözleşmesinden doğan borcun ifasını engeller. Kiraya verenin
borcunu ifa etmemesi halinde de sorumluluğu, borcun ifa edilmemesinde kusurunun
olup olmamasına göre değişir. Borcun ifa edilmemesinde kiraya verenin kusuru
varsa, kiracıya karşı borcu aykırılık hükümlerince sorumlu olur TBK m.
112, Mülga Kanun m. 96); kusuru yoksa borç sona erer (TBK m. 136,
Mülga Kanun m. 117)[1].
İşbu kanunun yukarıda açıklanan söz konusu hükmünün ilk fıkrasında
öngörülen sonuçların tam olarak uygulanması, kira sözleşmelerinde kiracının
korunması ilkesine ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurur. Bu durumu önlemek
için, hukukumuzda kiracıyı korumaya yönelik çeşitli imkânlar öngörülmüştür[2].
Söz konusu imkânlar; en yakın kanuni süreye kadar sözleşmenin devamı, tapu
siciline şerh, yeni malikin kiranın devamını iradi olarak üstlenmesi,
kiralananın kamulaştırılması ve 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında
Kanun’un 7/d bendiyle getirilen sınırlaması şeklinde ifade edilebilir.
Kiralananın taşınmaz olması halinde, yeni malik, sözleşme daha erken fesih
imkânı öngörmedikçe, kanunen feshi ihbarın caiz olduğu tarihe kadar kira akdine
uymak zorundadır. Mülga Kanunun 262. maddesine göre belirlenecek olan feshi
ihbar tarihinde ihbarda bulunmayan yeni malik eski malik ile kiracı arasındaki
kira ilişkisini bütün hak ve borçları ile devralmış sayılacaktır[3].
Başka bir ifadeyle kiralanın devriyle yeni malik geniş anlamda borç ilişkisinin
tarafı haline gelmekte ve kiraya verenin taraf sıfatı kendiliğinden sona
ermektedir.
Mehaz İsviçre Borçlar Kanunu’nda da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Zira işbu Kanun m. 261 uyarınca, kiralananın mülkiyetinin herhangi bir sebeple
el değiştirmesine bağlanan sonuç, mülkiyeti edinen kişinin kira sözleşmesinin
hak ve borçlarıyla birlikte sözleşmenin tarafı haline gelmesidir. Ancak konut
ve işyeri kiralarına ilişkin olarak kiralananı edinen kişinin, konut veya
işyeri ihtiyacına dayalı olarak kira sözleşmesini sona erdirebileceği ve fakat
konut ve işyeri ihtiyacı dışındaki bir sebebe dayanarak kira sözleşmesini sona
erdiremeyeceği hususu düzenlenerek bizdeki uygulamaya paralel bir düzenleme
ortaya konmuştur[4].
Yukarıda ifade edilen fesih hakkından başka taşınmazlar bakımından Mülga
Kanun döneminde yürürlükte olan ve Belediye teşkilatı olan yerlerle, iskele,
liman ve istasyonlardaki gayrimenkullerin (Musakkaf olmayanları hariç)
kiralanmalarında uygulanan 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un
7. maddesinin d bendi uyarınca;
“Gayrimenkulü Medeni Kanun hükümlerine göre iktisap eden kimse kendisi
veya eşi veya çocukları için tamamen veya kısmen mesken olarak ve yine kendisi
veya eşi veya çocukları için bir meslek veya sanatın bizzat icrası maksadıyla
iş yeri olarak kullanma ihtiyacında ise iktisap tarihinden itibaren
bir ay zarfında kiracıyı keyfiyetten ihtarname ile haberdar etmek
şartıyla altı ay sonra, … tahliye davası açabilirler.” hükmü sevk
edilmiştir.
İşbu hükümden anlaşıldığı üzere, ihtiyaç ve süre şartları gerçekleşemediği
takdirde yeni malik mevcut kira akdine uymak zorundadır. Bu durumda yeni malik
kira akdinde eski malikin yerini alacaktır. Yargıtay bu durumda yeni maliki
eski malikin halefi olarak kabul etmektedir[5].
Bu hüküm sadece konut ve işyeri kiralarında kiralananı herhangi bir sebeple
edinen kişiye, kira sözleşmesini sona erdirme hakkı vermektedir. Zira söz
konusu bu hükmün de kiracıyı koruyucu nitelikte olduğu açıktır.
Mülga Kanun döneminde gerçekleştirilen taşınmaz kiralarında ise kiralananın
el değiştirmesi halinde sözleşmenin sona ereceğini düzenleyen sözleşme hükmünün
uygulanması mümkün görünmemektedir. Her ne kadar Mülga Kanun m.19 uyarınca;
tarafların akdin konusunu kanunun gösterdiği sınır dairesinde serbestçe tayin
edebilme imkânı bulunsa dahi -meğerki işbu akit hükümleri kanuna,
kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine veya şahsi hükümlere aykırı
bulunsun.- taşımaz kiraları konusunda getirilen sözleşmeye devam edileceği
hükmünün mevcut olması ve işbu hükmün ortaya konmasının temelinde de yukarıda
izah edildiği üzere kiracının korunması ve hakkaniyete uygun hareket edilmesi
düşünceleri bulunduğundan dolayı kiracı aleyhine sonuçlar doğuracak bu sözleşme
hükmüyle kiracının korunması ilkesi göz ardı edilmiş olacak; bunun yanı sıra
Mülga Kanunun ve Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un kiracıyı koruma amacına
aykırı hareket edilmiş olacaktır.
Açıklanan gerekçelerle işbu sözleşme hükmünün Mülga Kanun döneminde
uygulanması hakkaniyete aykırı olacağından ve kiracıyı kanunun öngördüğü
imkânlardan yoksun bırakacağından dolayı mümkün değildir. Kaldı ki yukarıda
izah edildiği üzere sözleşme serbestisinin sınırını oluşturan kamu düzeni ve
emredici kurallara aykırı olamama hususu gereğince işbu sözleşme hükmünün Mülga
Kanun m. 19 ve m. 20 uyarınca hükümsüzlüğü dahi söz konusu olabilecektir.
Aksine hukuki işlem yapılması mümkün olmayan ve taraf iradeleri ile
bertaraf edilemeyen emredici hukuk kuralları kamu düzenini, zayıf tarafı veya
ahlak kurallarını korumak maksadı taşımaktadır[6].
Bu minvalde kira akdinin zayıf tarafı olarak kabul edebileceğimiz kiracı lehine
düzenlenen Mülga Kanun m.254/2 ve Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun m.7/d
hükümlerinin emredici nitelikte olduklarının kabulü de mümkündür. İşbu
hükümlerin zayıfı koruyan emredici hukuk kuralı niteliği taşıdıklarının kabul
edilmesi halinde yukarıda da ifade edildiği üzere söz konusu sözleşme hükmünün
emredici hükümlere aykırılık gerekçesiyle Mülga Kanun m. 20/2 uyarınca
hükümsüzlüğü söz konusu olabileceği gibi şayet bu hükmün geçersizliği
sözleşmenin tamamının uygulanmasını imkânsız kılar nitelikte ise akdin
tamamıyla batıl olacağı kabul edilecektir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Dönemindeki Düzenleme Açısından Değerlendirme 6101 sayılı Türk
Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un (Bundan
sonra “Yürürlük Kanunu” olarak anılacaktır.) 1.
maddesi uyarınca;
“Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve
işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu
fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o
kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden
sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve
tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.”
TBK’nın yürürlüğünü düzenleyen 648. maddesinde işbu kanunun 1 Temmuz 2012
tarihinde yürürlüğe gireceği hükmü yer almaktadır. Yürürlük Kanunu ile TBK’da
yer alan söz konusu bu yürürlük hükmü bir arada değerlendirildiğinde;
01.07.2012 tarihinden önceki fiil ve işlemlere Mülga Kanun hükümleri
uygulanacakken, işbu tarihten sonra söz konusu fiil ve işlemlere ilişkin
gerçekleşecek olan temerrüt, sona erme ve tasfiye konularında TBK hükümlerinin
uygulanacağı sonucuna varılacaktır.
Yürürlük kanunu uyarınca; TBK’nın kamu düzenine ve genel ahlâka
ilişkin kuralları,gerçekleştikleri tarihe bakılmaksızın, bütün
fiil ve işlemlere uygulanacaktır. Bunun yanında TBK hükümleri,
yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak, daha önce gerçekleşmiş olsalar
bile, içerikleri tarafların iradeleri gözetilmeksizin doğrudan doğruya
kanunla belirlenmiş işlem ve ilişkilere de uygulanacaktır. Ayrıca
TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce gerçekleşmiş olup da, TBK’nın yürürlüğe
girdiği sırada henüz herhangi bir hak doğurmamış fiil ve işlemler bakımından da
TBK hükümleri uygulanacaktır.
İşbu hükümlerden de anlaşılacağı üzere, kira akdi Mülga Kanun döneminde
gerçekleştirilmiş dahi olsa kiracıyı korumaya yönelik düzenlemelerin kamu
düzenini koruyucu nitelikte olması dolayısıyla söz konusu akit bakımından TBK
hükümleri uygulama alanı bulacaktır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 310 uyarınca;
“Sözleşmenin kurulmasından sonra kiralanan herhangi bir sebeple el
değiştirirse, yeni malik
kira sözleşmesinin tarafı olur.
Kamulaştırmaya ilişkin hükümler saklıdır.”
İşbu hüküm ile kiracıyı koruyucu bir düzenleme yapılarak kiralananın
sonradan el değiştirmesi halinde kiralananın taşınmaz olup olmamasına
bakılmaksızın yeni malikin sözleşmenin tarafı olacağı ve sözleşmeye devam
edileceği kabul edilmiştir. Kanun koyucunun böyle bir düzenleme
getirmesinin temel sebebi kiralananın el değiştirmesi veya kiralanan üzerinde
üçüncü kişilere kiracının hakkıyla bağdaşmayan sınırlı ayni haklar tanınarak
kira sözleşmesinin sonra erdirilmesinin engellenerek kiracının korunmasıdır.
Nitekim kiracının korunması amacıyla getirilen bir diğer düzenleme de; işbu
kanunun 343. maddesinde öngörülen “Kira sözleşmelerinde kira bedelinin
belirlenmesi dışında, kiracı aleyhine değişiklik yapılamaz.” hükmüdür.
Gerekçede de ifade edildiği üzere, maddede yapılan düzenleme ile kira
sözleşmesinin kurulmasından sonra, sözleşmede kira bedeli dışında kalan
hususlarda kiracı aleyhine değişiklik yapılmasının önlenmesi amaçlanmıştır[7].
Bunun yanı sıra Mülga Kanun döneminde yürürlükte olan ve TBK ile
yürürlüğüne son verilen Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un 7. maddesinin d
bendi hükmünün bir benzeri de TBK m.351’de düzenlenmiştir. İşbu hüküm uyarınca;
“Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya
kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri
gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak
bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira
sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir.
Kiralananı sonradan edinen kişi, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi
sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde
açacağı dava yoluyla da kullanabilir.”
Nitekim Türk Hukukunda sözleşmeler bakımından kişilerin irade serbestîsi
ilkesi (TBK m. 26) hâkim olmakla birlikte, konut veya işyeri olarak
gayrimenkullerin kiralanmasına ilişkin sözleşmelerin de“kamusal” bir
yönü olduğu kabul edilmiş ve kanun koyucu tarafından “devlet
tarafından düzenlenmesi gereken bir sorun” olarak görülmüştür. Bu
nedenle, kiralayan ile kiracı arasında imzalanan kira sözleşmelerinde
belirlenecek hükümlere kanun koyucu müdahale ederek kiracı “zayıf
taraf” olarak görülmüş ve kiracı lehine “tarafların
iradelerine” sınırlamalar getirilmiştir.
Bu kapsamda, güvence bedeli üç kira bedeli ile sınırlandırılması ve
tarafların kira bedelinin artış koşullarını da serbestçe belirleme yetkilerinin
sınırlandırılmasına yönelik hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca TBK. m.346
uyarınca; “Kiracıya, kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir
ödeme yükümlülüğü getirilemez.” hükmü kabul edilmiştir. İşbu hükme
göre, kira bedelinin zamanında ödenmemesi hâlinde ceza koşulu
ödeneceğine veya sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin
anlaşmaların geçersiz olacağı sonucuna varılabilecektir. Zira Yargıtay
da yakın tarihli bir kararında işbu hükümlerin kamu düzenine ilişkin olduğunu
ve Mülga Kanun döneminde bu gerçekleştirilen bir işlem söz konusu olsa da
Yürürlük Kanunu gereğince söz konusu işleme TBK hükümlerinin uygulanacağına
hükmetmiştir[8].
Tüm bunların yanında kiracıyı koruyucu nitelikteki düzenlemelere ek olarak,
TBK’da kiracının, sözleşmede aksi öngörülmemişse ısıtma, aydınlatma ve su
gibi kullanma giderlerine katlanmakla yükümlü olduğu ancak bunun dışında
kiracıya başkaca bir yan ödeme yapma yükümlülüğü getirilemeyeceği hususu
da hükme bağlanmıştır.
Yukarıda açıklanan hükümlerden ve TBK’nın kira akdini düzenleyen
hükümlerinin genel amacından hareketle, kira akdinde yer alan kiralanan
taşınmazın el değiştirmesi halinde akdin sona ereceğini düzenleyen hükmün
uygulanabileceğini kabul etmek işbu kanun hükümlerini ve genel olarak
hükümlerle korunmak istenen değer ve amaçları dolanarak aslında arzulanmayan
neticelerin gerçekleşmesine neden olabilecektir.
Mülga kanun döneminde yapılan yoruma benzer bir şekilde TBK döneminde de
söz konusu 310. madde ve kiracıyı koruyan diğer ilgili hükümlerin emredici
vasfa sahip oldukları neticesine varılabilecek ve işbu neticeden hareketle
sözleşme hükmünün emredici hükümlere aykırılık nedeniyle TBK m.27 uyarınca
geçersiz kılınması mümkün olabilecektir.
Sonuç
Yukarıda ayrıntılarıyla arz ve izah edildiği üzere;
•
Mülga Kanun döneminde gerçekleştirilen kira akitlerinde kiralananın
taşınmaz olması halinde, yeni malikin, sözleşme daha erken fesih imkânı
öngörmedikçe, kanunen feshi ihbarın caiz olduğu tarihe kadar kira akdine uymak
zorunda olduğuna yönelik düzenlemelerin kiracıyı koruyucu nitelikte olduğu,
•
Kira ilişkisinde kiracının zayıf taraf olarak kabul edilmesi gerektiği ve
bu nedenle kiracıyı koruyucu hükümlerin kamu düzenine ilişkin olup emredici nitelik
taşıdığı,
•
İşbu emredici hükümlere aykırılık halinde söz konusu sözleşme hükmünün
butlan yaptırımına tabi olacağı,
•
TBK’nın Yürürlük Kanunu uyarınca kanunun kamu düzenine ilişkin hükümlerinin
geçmişe de uygulanabileceği,
•
Kiracıyı koruyucu nitelik taşıyan kanun hükümlerinin kamu düzenine ilişkin
olduğu,
•
Buna göre mevcut kanun olan TBK döneminde kiralananın el değiştirmesi
halinde yeni malikin kira akdinin tarafı olacağının düzenleyen kanun hükmünün
emredici nitelik taşıdığı,
•
İşbu sebeple Mülga Kanun döneminde akdedilmiş olsa dahi söz konusu sözleşme
bakımından TBK’nın uygulanacağı,
• Bu durumda da emredici olarak nitelendirilen bu hükme aykırılık halinde ilgili düzenlemenin batıl olacağı,
görüş ve kanaatine varılmıştır.
DİP NOTLAR:
[1] ÇABRİ, S.; Kira
Sözleşmesinde Kiralananın Mülkiyetinin El Değiştirmesinin Veya Üçüncü Kişinin
Kiralanan Üzerinde Sınırlı Ayni Hak Sahibi Olmasının Sözleşmeye Etkisi, MÜHF –
HAD, C. 18, S. 3, s.166.
[2] ARAL, F.; Borçlar Hukuku Özel Borç
İlişkileri, Ankara, 2003, s. 261.
[3] ARAL, s. 261.
[4] ÇABRİ, s. 170.
[5] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 18. 03. 2004 tarih ve
2004/1864 E., 2004/2377 K. sayılı kararı.
[6] ÖZTAN, B.; Medeni Hukukun Temel
Kavramları, Ankara, 2005, s.20 vd.
[7] KOÇ, N./ ULUSOY, E./ AKİPEK, Ş.; 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu ve Yürürlük Kanunu, Ankara, 2012, s. 446.
[8] Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 05.03.2013 tarih
ve 2013/691 E. ve 2013/3827 K. sayılı kararı.