İmar Planlarında Revizyona Gidilmesi
Okuyacağınız blog yazısı, imar planı, ihale ve ÇED raporlarının
birbirini izleyen işlemler olması nedeniyle zincir işlemin bir halkasındaki
işlemde meydana gelen bir değişikliğin, sakatlığın veya iptal halinin diğer
işlemlerin geçerliliğini nasıl etkileyeceği hususunu ve bu durumların
kazanılmış hak ile olan ilişkisini inceleyebilmek amacıyla hazırlanmıştır.
Genel Olarak İmar
Planlarında Revizyona Gidilmesinin Mümkün Olup Olmadığı
İmar planları, kentin mevcut ve yeniden sağlanabilecek imkânlarıyla
gelecekte belirli bir zaman aralığında şehrin gelişme durumuna göre olması
gereken şeklin tasarlanması amacıyla yapılmaktadır. Bu planların
uygulanabilirliği şehrin gerçek veri ve ihtiyaçlarını karşılayabilmesi
suretiyle mümkün olacaktır. Ne var ki uyumu sağlamak her zaman kolay olmamakta
ve zaman zaman matematiksel bir kesinlik içermeyen imar planlarında değişiklik
yapılması gündeme gelmektedir[1].
Burada özellikle belirtilmesi gereken husus imar planlarının birer idari
işlem olmaları nedeniyle idarenin diğer idari işlemlerde yaptığı gibi bu idari
işlemi de her zaman ortadan kaldırabileceği veya geri alarak yerine yeni bir
işlem tesis edebileceği yanılgısına düşülmemesi gerektiğidir. Mekânsal Planlar
Yapım Yönetmeliği (‘’MPYY’’) m.26/3’te de ‘’İmar
planlarında bulunan sosyal ve teknik altyapı alanlarının kaldırılması,
küçültülmesi veya yerinin değiştirilmesi dair plan değişiklikleri zorunluluk
olmadıkça yapılamaz.’’ denilmektedir. Kanununda da açıkça belirtildiği
üzere imar planlarında değişikliğe gidilebilmesi için mevcut koşulların
değiştirilmesinin zaruri olması gerekmektedir.
İmar Planlarında
Revizyon Yapılması
İmar planlarında revizyon yapılması çeşitli nedenlerle gerekli olabilir. Bu
gereklilik hallerine örnek olarak kentte birbirini izleyen çok sayıda imar
değişikliğinin yapılmış olması ve bu değişikliklerin plan bütünlüğünü bozmuş olması
gösterilebilir. Bu ve benzeri hallerde imar planlarında revizyona gidilmesi
gerekebilir. Nitekim MPYY m.25/1
‘’İmar planlarının ihtiyaca cevap vermediği
veya uygulanmasının mümkün olmadığı durumlar ile üst kademe plan kararlarına
uygunluğunun sağlanması amacıyla planın tamamının veya plan ana kararlarını
etkileyecek bir kısmının yenilenmesi için bu Yönetmelikte belirtilen ilke, esas
ve standartlara uygun olarak imar planlarında revizyon yapılır.’’
denmek suretiyle imar planlarında revizyona gidilebilmesi mümkün
kılınmıştır. Ancak bu noktada revizyon yapılırken dikkat edilmesi gereken husus
revizyon kapsamında yapılan değişikliklerin onaylı imar planına uygun olması
gerekliliğidir.
İmar Planlarının
Hukuki Niteliği
Yukarıda da belirtilmiş olduğu üzere kentlerin değişimi ve gelişimi
neticesinde ortaya çıkan problemlerin azaltılması veya yok edilebilmesi
amacıyla imar planlarında değişikliğe gidilebilir. Ancak bu değişikler
sonrasında daha önce izni veya ruhsatı alınmış, yapımına başlanmış veya yapımı
tamamlanmış olan inşaatlar ile imar planları temel alınarak alınmış olan diğer
izin ve belgelerin geçerliliklerine ilişkin problemler ortaya çıkmaktadır.
Mevcut yapıların veya hukuki durumların tümüyle yeni düzenlemeye tabi tutulması
idareye olan güveni sarsabilmesi nedeniyle hangi hususların yeni düzenlemeden
etkileneceğinin belirlenmesi de büyük önem arz etmektedir.
Hangi hususların kişi yararı ve kamu yararı dengesine göre düzenleneceği ve
yine hangi hususların yeni imar planı düzenlemesine tabi tutulacağı genel
olarak kazanılmış hak kavramıyla açıklanan bir durumdur. İmar planları
bakımından kazanılmış hak söz konusu olduğunda bu husus genel olarak inşasına
başlanan, inşası tamamlanan veya izni alınan yapılar bakımından
değerlendirilmektedir. Buna göre imar planlarında yapılan değişiklikten önce
yapı iznini alan ve hukuka uygun bir şekilde bu yapıyı sürdüren kişiler bakımından
kazanılmış hak söz konusu olacak ve ilgililer imar planında yapılan
değişiklikten etkilenmeyecektir.
Ancak bu noktada önemle üzerinde durulması gereken husus öncelikle imar
planlarının niteliğinin ne olduğu, imar planlarının düzenleyici işlem olarak değerlendirilip
değerlendirilemeyeceğidir. İmar planlarının hukuki niteliğiyle ilgili olarak
Yayla,
‘’İmar planlarının hukuki niteliği konusunda fazla bir
tartışma yapılmadığını ve bunların, birer yönetmelik gibi düzenleyici işlem
sayıldığını…
Bununla birlikte, imar planlarının çizimlere ekli
rapordan ayrılmadığını ve bu rapordaki açıklama ve hükümlerle bir bütün teşkil
ettiğini unutmamak gerekir. Esasen, ,mar planını gerçek bir düzenleyici işlem
yapan da bu rapordur. Aksi halde, belli bir arazi kesimi için geçerli olan ve
genel olsa bile yeni kurallar getirmeyen bir koşul işlem söz konusu olabilirdi
sadece. Oysa, imar planı- özellikle e başlıca arfazi tipleriini ve kullanılış
biçimlerini, halen ve gelecek için gösteren nazım planlar- ileriye dönük
düzenlemeler yapmakta ve kurallar koymaktadır.’’
demek suretiyle imar planlarının düzenleyici işlem niteliğine haiz
olduklarını belirtmiştir[2].
Danıştay’ın kabulü de imar planlarının düzenleyici işlem niteliğinde olduğu
yönünde olup ayrıca Danıştay 6. Dairesi’nin 18.01.1994 tarihli 1993/1302 E. ve
1994/97 K. sayılı kararında da
‘’Arazi parçalarının genel kullanış biçimlerini,
başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını,
gerektiğinde yapı yoğunluğunun, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme ve
büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi
hususları gösteren Nazım İmar Planı ile bu plan esaslarına göre çizilen ve
çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve
uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama
etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren uygulama imar planları
imar yönetmeliklerinden önce uygulanması gereken genel düzenleyici işlem
niteliğindedir.’’
denilerek imar planlarının düzenleyici işlem niteliğine haiz oldukları
belirtilmiştir.
İmar planlarının düzenleyici işlem olarak kabul edilmesi, imar planlarının
doğrudan kazanılmış hak doğurmayacağı, düzenleyici işlemle yaratılan statünün
bizatihi kendisinin bir kazanılmış hak sayılamayacağı anlamına gelmektedir[3].
Ancak bu noktada özellikle dikkat edilmesi gereken husus plan değişikliğinden
önce kazanılan hakların niteliklerinin ne olduğu ve bu hakların plan
değişikliklerinden sonra kazanılmış hak statüsünde değerlendirilerek korunup
korunamayacağıdır. Bu hususun çözümünde de idare hukukunda söz konusu olan
düzenleyici işlemlerin değiştirilmesi veya kaldırılmasından sonra bu işlemlere
bağlı olarak kazanılan hakların korunup korunamayacağı hususu kullanılmaktadır.
Nihayetinde imar planlarının değiştirilmesi, düzenleyici işlemlerin
kaldırılması gibi hüküm ve sonuç doğurmakta olup düzenleyici işlem
kaldırıldığında eski işlem yürürlüğe girmektedir.
İmar Planlarının
Uygulanmasının Kazanılmış Hak ile Olan İlişkisi
İmar planlarının değiştirilmesi hususu düzenleyici işlemlerin
değiştirilmesi veya kaldırılması gibi hüküm ve sonuç doğurduğundan bu durumda
kişilerin imar planı değişikliğe uğramadan önce kazandıkları haklar bakımından
düzenleyici işlemlerde söz konusu olan birel işlem kurumu üzerinde durmak
gerekecektir. Kural olarak düzenleyici işlemler her daim kaldırılabilir veya
değiştirilebilir. Düzenleyici işlemlerin yapıldıkları andan kaldırılmasına veya
değiştirilmesine kadar bireylerin kazanmış oldukları haklar korunur. Ancak
bireylerin düzenleyici işlemler yürürlükteyken kazanmış oldukları haklarını
düzenleyici işlemler yürürlükten kalktıktan sonra da kullanabilmeleri için bu
hakların kişisel durumlara dönüşmüş olması gerekmektedir. Danıştay’ın 12.
Dairesi’nin 24.02.1996 tarihli 1966/221 E. ve 1966/371 K. sayılı kararında
kazanılmış hakka ilişkin olarak,
‘’ Müktesep hak, mevzuata uygun olarak
kazanılmış bir hak demek olduğundan, kaide tasarruflara kabul edilen hukuki
vakıa ve esasların ferdi durumlara inkılap etmedikçe, müktesep bir hakkın
mevcudiyetinden söz edilemez’’
diyerek imar planlarının düzenleyici işlem niteliğine
haiz olmaları nedeniyle doğrudan bireylere hak kazandırmayacağı ve bunun için
düzenleyici işlemlerin birel işlemlere dönüşmüş olması gerektiği söylenmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında ise kazanılmış haktan bahsedilebilmesi
için bu hakkın yeni yasadan önce yürürlükte ola kurallara göre bütün
sonuçlarıyla eylemli olarak elde edilmiş olması gerektiği vurgulanmıştır[4].
Danıştay’ın kazanılmış haklar bakımından yaklaşımına gelindiğinde Danıştay
1. Dairesi’nin 04.10.1991 tarihli 1991/211 E. 1991/289 K. sayılı kararında
‘’Kazanılmış hakların korunması hukuk devleti
ilkesinin gereğidir. Hukuk devletinde bütün Devlet faaliyetlerinin hukuk
kurallarına uygun olması önemli ve temel bir ilkedir. İdari işlemlerin geriye
yürümezliği ilkesi de kazanılmış hakların korunması amacını güden ve idarenin
faaliyetlerini genel planda sınırlayan bir ilkedir. Kazanılmış hak, objektif
bir hukuk kuralının kişilere uygulanmasıyla objektif ve genel hukuki durumun
kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesidir. Kazanılmış hakkın her
olaya göre incelenmesi gerektiği başka bir anlatımla kazanılmış hak kavramının
bir fonksiyonellik içerdiği doktrinde kabul edilmiş bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesi kararlarıyla Danıştay içtihatlarında da kazanılmış hak kavramının
konu ve kapsamının kesin sınırlarının çizilmediği ve her olaya göre, değişken
olması göz önünde tutularak, konunun özelliğine göre değerlendirme yoluna
gidildiği gözlenmektedir.’’
denilerek düzenleyici işlemlerin hangi hallerde kazanılmış hak kavramına
vücut verdiği açıklanmıştır. Tekraren belirtmek gerekirse hak doğuran işlemler
bizzat düzenleyici işlemler olmayıp bunların uygulanması neticesinde ortaya
çıkan bireysel idari işlemlerdir.
İmar Planlarının
Uygulanmasının/Değiştirilmesinin/İptalinin ÇED ve İhale İşlemlerine Etkisi
Bu noktada önemle üzerinde durulması gereken husus ÇED raporlarının ve
ihale işlemlerinin düzenleyici işlem niteliğine haiz olan imar planlarıyla
ilişkisidir. Burada konunun ikili bir ayrıma gidilerek incelenmesinde fayda
vardır. Şöyle ki; eğer ÇED raporlarının ve ihale işlemlerinin imar planlarının
uygulanması sonucu ortaya çıkan birel işlemler olduğu kabul edilirse bunlar
bakımından kazanılmış hak durumu ortaya çıkabilecek ve bu işlemler düzenleyici
işlemin yürürlükten kaldırılmasından veya değiştirilmesinden etkilenmeksizin
varlığını devam ettirebilecektir. Ancak bunların düzenleyici işlem
niteliğindeki imar planlarının uygulama işlemi oldukları kabul edilmezse bu
durumda da yine bir ikili ayrıma gidilmesi gerekecektir. Buna göre uygulama
işlemi olarak kabul edilmeyen ÇED raporları ve ihale işlemleri ile imar
planlarında revizyona uğrayan kısımların ilişkisi önem arz edecektir. Eğer ki
imar planlarında yapılan revizyon ÇED raporlarının veya ihale işlemlerinin
esasını etkileyebilecek nitelikte bir revizyon ise bu durumda kazanılmış hak
niteliğinde olmayan ÇED raporu ve ihalenin de geçersizliği söz konusu
olacaktır. Dolayısıyla ÇED raporlarının ve ihale işlemlerinin imar planlarının
uygulanması sonucu ortaya çıkan birel işlemler olup olmadığı önem arz etmektedir.
Danıştay 6. Daire’sinin 11.05.2005 tarihli 2005/1682 E. ve 2005/1740 K.
sayılı kararında
‘’Dava, onaylanan 1/25.000 ölçekli çevre düzeni
planının iptali istemiyle açılmıştır. İmar planlarının ruhsat, imar durumu,
kamulaştırma vs gibi uygulama işlemlerinden birinin tesis edilmesi halinde bu
işlemle birlikte planın da iptali istemiyle dava açılması mümkündür.’’
diyerek düzenleyici işlem niteliğindeki imar planıyla birel işlem
niteliğine haiz olan işlemlerin iptalinin birlikte istenebileceğini belirtmiştir.
Ancak Danıştay aynı kararında
‘’Yukarıda anılan Vitrapark projesine verilen ÇED
olumlu kararı Çevre mevzuatı gereği başlatılan bir sürecin sonucu olup söz
konusu karar plan uygulama araçlarından biri değildir.’’
demek suretiylegenel olarak ÇED kararlarının imar planlarının uygulama
işlemi niteliğine haiz olmadığını vurgulamıştır.
Yukarıda anılan kararda Danıştay, ÇED kararlarını uygulama işlemi olarak
kabul etmediğini açıkça belirttiğinden bunların imar planının uygulanması
neticesinde oluşmuş birel işlemler olarak kabulü mümkün olmayacak ve bu durumda
bir kazanılmış haktan da söz edilemeyecektir.
ÇED raporları bakımından kazanılmış hak söz konusu olmayacağından
düzenleyici işlem niteliğinde olan imar planında meydana gelen revizyonlardan
etkileneceği muhakkaktır. Ne var ki bu husus ikili bir ayrıma tabi tutularak
her somut olay bazında ayrı ayrı incelenmelidir. Şöyle ki her ne kadar ÇED
raporları uygulama işlemi niteliğinde olmasa da imar planlarında yapılan
revizyonların kapsamında kalmaması da muhtemeldir. Yani imar planında yapılmış
olan revizyonun ÇED raporunun içeriğine, esasına bir etkisi olmadığı durumlarda
ÇED raporuna ilişkin herhangi bir geçersizlikten bahsedilmesi de mümkün
olmayacaktır. Ancak revizyon sonrası meydana gelen durum ÇED raporunun veya
ihale işlemlerinin esasına etki edebilecek şekildeyse bu durumda da ÇED
raporunun tekrar yeni düzenlemeye göre alınması gerekeceği gibi ihale
işlemlerinin de yeni düzenlemeye göre yapılması gerekecektir.
ÇED Raporlarının İptal
Edilmesi Durumunda İhale İşlemlerinin Geçerliliği
ÇED raporu ve ihale işlemlerinin birbirleriyle olan ilişkileri 2872 sayılı
kanunda düzenlenmiş olup Çevresel Etki Değerlendirmesi başlıklı 10.
maddede (Değişik: 5491- 26.04.2006/ m.7)
‘’Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu
çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki
Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.
Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya
Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle
ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için
yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.’’
denilmek suretiyle düzenlenmiş olup proje için ihale yapılabilmesi için
‘’ÇED Olumlu’’ veya ‘’ÇED Gerekli Değildir’’ kararı alınmasının gerekli olduğu
belirtilmiştir. Aynı husus Danıştay kararları ile de desteklenmiş ve Danıştay
13. Dairesi’nin 19.01.2010 tarihli 2008/1419 E. ve 2010/380 K. sayılı kararında
‘’2872 sayılı Kanun’un 10. maddesinde,
gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol
açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu
veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlü oldukları, Çevresel Etki
Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli
Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve
kullanım ruhsatı verilemeyeceği; proje için yatırıma başlanamayacağı
ve ihale yapılamayacağı, hükmüne yer verilmiştir. Bu kurala
dayanılarak yürürlüğe konulan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nde ise
Çevresel Etki Değerlendirmesi ( ÇED ) sürecinde uyulacak idari ve
teknik usul ve esaslar düzenlenmiştir.’’
denilerek 2872 sayılı kanunda belirtilen hususlar tekrar edilmiştir.
Danıştay 10. Daire’nin 05.07.2005 tarihli kararında 2002/2180 E. ve
2005/3958 K. kararında ise
‘’Nitekim, T.C. Anayasası’nın 56 inci maddesinde;
herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu
belirtilmiş, 2872 sayılı Çevre Kanununun 1 inci
maddesinde de; bu Yasanın amacının, bütün vatandaşların ortak varlığı olan
çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal
kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması, su, toprak ve hava
kirlenmesinin önlenmesi, ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel
zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve
yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak
düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu
olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemek olduğu açıklanmıştır.
Anılan Yasanın 10 uncu maddesinde ise; açıklanan amaç doğrultusunda,
gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol
açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin bir “Çevresel Etki Değerlendirme
Raporu” hazırlamaları, bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkilerin göz
önünde bulundurulması çevre kirlenmesine sebep olabilecek atık ve artıkların ne
şekilde zararsız hale getirilebileceğinin ve bu hususta alınacak önlemlerin
belirtilmesi öngörülmüş; “Çevresel Etki Değerlendirme Raporu”nun hangi tip
projelerde istenebileceği ve ihtiva edeceği hususların ve hangi makamca
onaylanacağına dair esasların yönetmelikle belirleneceği kuralına yer
verilmiştir.’’
denilmek suretiyle 2872 sayılı kanunun 10. Maddesinde ÇED raporuna neden
ihtiyaç duyulduğuyla ilgili açıklamalar yapılmıştır.
Danıştay’ın yukarı da anılmış olan kararlarının ve 2872 sayılı kanunun
düzenlemesi doğrultusunda ‘’ÇED Olumlu’’ veya ‘’ÇED Gerekli Değildir’’
kararlarının niteliği ve amaçları ile birlikte düşünüldüğünde ihale
işlemlerinin yapılabilmesi için bir ön şart olarak düzenlendiği açıktır. Bu
nedenle ihale işlemlerinin temelinde ÇED raporuna ilişkin olarak usulüne uygun
yapılmış olan işlemlerin ve alınmış olan izinlerin olduğu açıktır. Ne var ki
ÇED raporunun alınmasının ve ihale işlemlerinin yapılması sonrasında, ÇED
raporuna ilişkin bir geçersizlik veya iptal durumu söz konusu olduğunda
kanaatimizce ihale işlemleri için dayanak teşkil eden işlem ortadan
kalkacağından ihale işlemlerinin de geçersizliği söz konusu olacaktır.
Ancak ÇED raporlarında iptal veya geçersizlik yerine ihale işlemlerinin esasına
etki etmeyen bir değişiklik söz konusu olursa bunun da her somut olay açısından
değerlendirilmesi gerekecektir.
SONUÇ
Yukarıda yapılmış olan açıklamalar neticesinde;
•
İmar planlarının kural olarak değiştirilmelerinin mümkün olmadığı ancak
şartların gerekli kılması durumunda değiştirilebilecekleri
•
İmar planlarına ait düzenlemelerin düzenleyici işlem niteliğinde olduğu
•
Düzenleyici işlemler sonrasında yapılmış olan her işlemin, her daim
kazanılmış hak olarak değerlendirilemeyeceği,
•
Düzenleyici işlemlerin kazanılmış hakka vücut verebilmesi için söz konusu
işlemin birel işlem olması ve düzenleyici işlemin uygulanmasından kaynaklanmış
olması gerektiği,
•
ÇED raporlarının, imar planlarının uygulama işlemi olarak kabul edilmemesi
dolayısıyla kazanılmış hak olarak değerlendirilemeyeceği,
•
Ancak ÇED raporlarının kazanılmış hak statüsünde olmaması nedeniyle
doğrudan geçersizliğinden söz edilemeyeceği, bu noktada imar planlarında
yapılan revizyonun ÇED raporlarının esasına ne derece de etki edeceğine
bakılması gerektiği,
•
ÇED raporlarının esasına etki eden bir değişiklik söz konusu ise ÇED
raporlarının tekrar alınması gerekecekken, ÇED raporlarının esasına etki
etmeyecek bir değişiklik söz konusu olduğunda ÇED raporları bakımından bir
geçersizliğin söz konusu olmayacağı
•
Çevresel etki değerlendirmesine ilişkin alınacak raporların ihale işlemleri
bakımından ön şart olarak aranması nedeniyle ÇED raporlarına ilişkin ortaya
çıkabilecek geçersizlik veya iptal halinin ihale işlemlerini de dayanaksız
bırakacağı,
•
Ancak ÇED raporlarında, yalnızca değişikliğin meydana geldiği durumlarda
her somut olay özelinde bu değişikliklerin ihale işlemlerinin esasına ne derece
de etki ettiğinin incelenmesi gerektiği
sonuç ve kanaatine varılmıştır.
DİP NOTLAR:
[1] Kalabalık Halil, İmar Hukuku Dersleri, s. 183
[2] Ankara Barosu Dergisi, Yıl:66 Sayı 2 2008
Ankara, s.49 (dip 15’deki yazarlar)
[3] Ankara Barosu Dergisi, s. 53
[4] Kalabalık, s.203 (Anayasa .Mahkemesi’nin
21.06.1989 gün ve E. 1988/34, K. 1989/26 sayılı Kararı)