d
Follow us
  >  Diğer   >  Çevre Mevzuatına Aykırılık Hallerinde Cezai ve Hukuki Sorumluluk

Çevre Mevzuatına Aykırılık Hallerinde Cezai ve Hukuki Sorumluluk

Çevre mevzuatına aykırılık hallerinde ihlal edilen hükme ve ihlalin niteliğine göre 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun (“ÇK”) 20. maddesi uyarınca öngörülen idari para cezaları uygulama alanı bulacaktır. Bunun yanı sıra gerçekleştirilen eylem 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (“TCK”) anlamında suç teşkil eder nitelikteyse bu durumda ÇK m.20’nin son fıkrası ve TCK m.181 ile m.182 uyarınca sorumluluk söz konusu olacaktır. Ayrıca ÇK m. 28 uyarınca da çevreyi kirletenler bakımında tazminat sorumluluğu söz konusu olacaktır.

Okuyacağınız blog yazısı kapsamında, çevre mevzuatına aykırılık hallerinde cezai, idari ve hukuki bakımdan sorumluluk halleri, söz konusu sorumluluk imkânlarına başvurabilmek için gerekli olan şartlar ve işbu sorumluluk hallerinin mevzuat içerisinde ne şekilde düzenlenmiş olduğu inceleme konusu yapılmıştır.

Cezai Sorumluluk Açısından Değerlendirme

TCK’da çevre mevzuatına aykırılık kapsamında çevrenin kirletilmesine ilişkin olarak 181. maddede“çevrenin kasten kirletilmesi” ile 182. maddede “çevrenin taksirle kirletilmesi” suçları düzenleme altına alınmıştır. Bu bağlamda öncelikle çevrenin kasten kirletilmesi ardından ise çevrenin taksirle kirletilmesi suçları incelenecektir.

Çevrenin Kastan Kirletilmesi Suçu

Çevrenin kasten kirletilmesi kenar başlığı altında çevrenin kasten kirletilmesi” ve atık veya artıkların izinsiz olarak ülkeye sokulması olmak üzere esasen iki farklı suç tipine yer verilmiştir. İşbu bilgi notu kapsamında çevrenin kasten kirletilmesi suçu üzerinde durulacaktır.

TCK’nın 181. Maddesinin birinci fıkrasında, ilgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişilerin, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır.

İşbu hükme göre, Çevrenin kasten kirletilmesi suçunun konusunu toprak, hava ve su oluşturmaktadır[1]. Söz konusu suçun maddi unsurunu ise atık veya artıkların ilgili mevzuat hükümlerine aykırı biçimde toprağa, suya veya havaya verilmesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla çevre mevzuatına uygun şekilde atıkların örneğin temizlenip işlenerek doğaya verilmesi durumunda[2] 181. maddenin 1. fıkrasında yer alan suçun işlendiğinden bahsedilmesi mümkün olmayacaktır.

Suç, fail bakımından herhangi bir özellik göstermemektedir. Dolayısıyla herkes bu suçun faili olabilmektedir. Fakat işbu hükmün dördüncü fıkrasında, maddede düzenlenen atık ve artıkların hava, su ve toprağa verilmesi suçunun nitelikli halleri ve atık ve artıkların izinsiz olarak ülkeye sokulması suçu bakımından tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbiri uygulanabilmesine imkân verilmiştir.

Suçla korunan hukuki değer, belirli bir birey üzerinde somutlaşmadığından müşahhas bir mağdurdan bahsedilmesi de mümkün değildir. İşbu nedenle söz konusu suç topluma karşı suçlar bölümünde yer almaktadır.

Çevrenin kasten kirletilmesi suçunun manevi unsurunu, Kanun’un benimsediği ifadeden de anlaşılacağı üzere kast oluşturmaktadır. Dolayısıyla söz konusu suçun işlenebilmesi için genel kastın varlığı yeterli kabul edilmiştir. Fiil suç sayılmakla çevrenin kasten kirletilmesi cezalandırılmaktadır. Atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya bilerek ve istenerek verilmesi ile kasıt oluşmaktadır.

Yukarıda açıklandığı üzere işbu suçun maddi unsuru atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesi olarak kabul edilmiştir. Fakat söz konusu suçun oluşabilmesi için atıkları bu şekilde toprağa, suya veya havaya verme faaliyetinin ilgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye zarar verecek şekilde, gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bahsi geçen teknik usullerin neler olduğu hususunda ise konuya ilişkin çevre hukuku mevzuatına bakılması gerekmektedir. Nitekim her bir atık türü ve bunların tutulabileceği işlemler, yönetmeliklerle ayrı ayrı belirlenmiştir. Bu bağlamda bu teknik usullerin kanunla değil de yönetmelikle belirlenmiş olmaları durumu üzerinde durulmalıdır. Öğretide, “ilgili kanun” ifadesinin, sadece kanunları değil, bir kanuna dayalı olarak çıkarılan idarenin düzenleyici işlemlerini de kapsamına aldığı olarak ifade edilmektedir[3]. Ayrıca söz konusu atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesi ifadesiyle anlatılmak istenen ise işbu maddelerin toprak, hava ve su ile temas etmesine neden olunmasıdır.

Çevrenin kasten kirletilmesi suçunun tanımında, kirletmenin esasını oluşturan atık veya artıkların“çevreye zarar verecek şekilde verilmesi” ifadesine yer verilmiş olması bir zararı değil somut tehlikeyi ifade etmektedir[4]. Dolayısıyla söz konusu suç somut tehlike suçu olarak kabul edilmektedir. Zira hükümde yer alan zarar verecek şekilde ifadesi suçun tehlike suçu olma özelliğini ortadan kaldırmamaktadır.

Söz konusu suçun nitelikli hallerine TCK m.181/3 ve 4. fıkralarında;

“Atık veya artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza iki katı kadar artırılır.

Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan fiillerin, insan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işlenmesi halinde, beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına ve bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”şeklinde yer verilmiştir.

İşbu nitelikli hallerden birincisi bakımından kanunda atık veya artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi gerektiği hususunun arandığı ifade edilmiştir. Bu bağlamda söz konusu fiilin açıklandığı gibi bir sonuç doğurup doğurmadığının tespiti bakımından bilirkişiye başvurulması gerektiği kabul edilmektedir.

Söz konusu suç açısından öngörülen ikinci nitelikli halde ise hava, su veya toprağa verilen veya ülkeye izinsiz olarak sokulan atık veya artıklar, insanlar ve hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip iseler ceza artırılarak verileceği ifade edilmiştir. Bu nitelikli halin uygulanması için bahsi geçen fıkrada ifade edilen sonuçların doğması gerekmemekte, atık ve artıkların bu sonuçları doğurmaya elverişli olması yeterli kabul edilmektedir[5].

Çevrenin kirletilmesi sonucu insanların ölümü ya da sağlıklarının bozulması veya hayvan veya bitkilere zarar verilmesi sonuçları somut olarak ortaya çıktığında ise, bu suçlardan dolayı ayrıca ceza sorumluluğun tespiti gerekmektedir. Bu gibi durumlarda ortaya çıkan yaralama, öldürme veya mala zarar verme gibi suçlarla çevrenin kasten kirletilmesi suçu arasında farklı neviden fikri içtima hükümleri uygulanacaktır[6].

Çevrenin Taksirle Kirletilmesi Suçu

Çevrenin taksirle kirletilmesi suçu, TCK m. 182’de hüküm altına alınmıştır. Söz konusu 182. maddenin birinci fıkrasında Çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya verilmesine taksirle neden olan kişi, adli para cezası ile cezalandırılır denmek suretiyle çevrenin taksirli bir davranış neticesinde kirletilmesi halinde söz konusu olacak cezai sorumluluk ortaya konmuştur.

Suçla korunan hukuki değer, suçun konusu, fail ve mağdur hususlarına ilişkin olarak çevrenin kasten işlenmesi suçu ile işbu başlık altında açıklanan çevrenin taksirle kirletilmesi suçu arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Söz konusu suçun manevi unsurunu ise taksir oluşturmaktadır. Bu bağlamda kişinin söz konusu artıkların atılması bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılığı nedeniyle gerçekleşen neticeyi öngörmeyerek gerçekleştirmesi durumunda ya da öngördüğü neticeyi istememesi durumunda TCK m. 182’de düzenlenen suçun manevi unsurlarının da gerçekleştiğinden bahsedilebilecektir.

Öte yandan 182. maddesinin ilk fıkrasının son cümlesinde atık veya artıkların çevreye taksirli olarak verilmesinin ayrıca çevrede kalıcı olumsuz etkiler bırakması durumunda adli para cezası yerine hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesi öngörülmektedir. Ayrıca söz konusu hükmün 2. fıkrasında ise atık ya da artıkların niteliği dolayısıyla cezanın ağırlatılması yoluna gidilmektedir. “İnsan ve hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine,hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip atık veya artıkların” çevreye bırakılması durumunda bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmedilebileceği belirtilmekle ceza ağırlatılmaktadır.

Hukuki Sorumluluk Açısından Değerlendirme

Hukuki sorumluluk, çevrenin bozulmasında sorumluluğu olan kişilere, bu bozulmanın yol açtığı zararların ödettirilmesini sağlaması amacıyla öngörülmüş olup kirleten öder ilkesinin hukuki ve mali araçlarından biri[7] olarak kabul edilmektedir.

Bu noktada Çevre Kanunu’ndaki düzenlemeden önce, çevreyi kirletenin sorumluluğu hakkında iki hukuki dayanak olduğu kabul edilmektedir. Bunlardan ilki, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun(“TBK”) temel sorumluluk ilkesi olan kusur sorumluluğu ilkesidir. İkincisi ise Medeni Kanun’da düzenlenen komşuluk hukukundan doğan hükümlerdir. Türk Medeni Kanunu’nun (“TMK”)  737. maddesinin ilk fıkrasında, “Herkes, taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkilerini kullanırken ve özellikle işletme faaliyetini sürdürürken, komşularını olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıklardan kaçınmakla yükümlüdür.” denilmekte ve 730. maddesinde taşınmaz malikinin bu husustaki sorumluluğu kapsamında durumun eski haline getirilmesiyle, tehlikenin ve uğradığı zararın giderilmesiyle yükümlü olduğu ifade edilmektedir.

ÇK’da ise, Kirletenin Sorumluluğu başlıklı 28. maddede;

“Çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar.

 Kirletenin, meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır.

Çevreye verilen zararların tazminine ilişkin talepler zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren beş yıl sonra zamanaşımına uğrar.  ifadelerine yer verilerek Çevre Kanununa muhalefet etmek suretiyle çevreyi kirletenin hukuki yönden sorumluğu düzenleme altına alınmıştır.

Çevreyi kirletenin sorumluluğunun, bazen tehlike sorumluluğu gibi görünse de, aslında kurtuluş kanıtı getirme olanağı tanınmamış olan ağırlaştırılmış bir sebep sorumluluğu olduğunun söylenmesi mümkündür[8].

Çevrenin kirlenmesinden doğan hukuki sorumluluğun süjesi kirletendir[9]. Kirleten ÇK’nın “Tanımlar” kenar başlıklı 2. maddesinde, “Kirleten: Faaliyetleri sırasında veya sonrasında doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine, ekolojik dengenin ve çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişileri” ifade eder şeklinde tanımlanmıştır. Bu kapsamda çevrenin kirlenmesine neden olan bir işletme veya tesisat ise, tesisi kullanan veya işletmeyi işleten ya da herhangi bir faaliyetiyle kirlenme sonucunu doğuran kişi, ortaya çıkan zarardan sorumludur.

Hatta hasılat kiracısı, adi kiracı, intifa hakkı sahibi işletme ve tesisat (malzeme ve personel) üzerinde fiilen ve doğrudan egemenliğe sahip olan kişiler de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Ayrıca çevrenin kirletilmesi sonucunu doğuran fiili, istihdam eden kimsenin emrinde çalışan müstahdemlerinin gerçekleştirmesi durumunda ise istihdam eden de bu konuda sorumlu olacaktır[10].

Çevrenin kirlenmesi, çevreyi kirletenin hukuki sorumluluğunun temel unsuru ve dayanağıdır. Çevre kirliliği ÇK’nın 2. maddesinde, “Çevre kirliliği: Çevrede meydana gelen ve canlıların sağlığını, çevresel değerleri ve ekolojik dengeyi bozabilecek her türlü olumsuz etkiyi…” şeklinde tanımlanmıştır. Bu kapsamda koku, gürültü ve atıklarla birlikte ışınlar, titreşim, is, duman, toz, buhar, gaz ve ısı gibi etkenler de çevre kirliliği yaratabilecek olgulardandır. Hukuka aykırı olarak çevreyi kirletmenin, hukuka aykırılığını ortadan kaldırabilecek bir nedeni öngörmek oldukça güçtür. Bu noktada mağdurun rızasının bile geçerli sayılmaması gerektiği kabul edilmektedir[11].  Zira çevreyi kirletme yasağı kamu düzeniyle ilgili bir husustur.

Çevrenin kirletilmesine aktif bir davranışla neden olunabileceği gibi, yapılması gerektiği halde yapılmayan (gerekli tedbirlerin alınmaması gibi) pasif bir davranışla da neden olunabilmektedir. Kirlenmenin gerçekleştiğini, mağdur (yani davacı) ispatlamaktadır. Kirleten ise kirlenmenin başka kaynaktan doğduğunu ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilecektir[12].

Çevrenin kirletilmesine bağlı olumsuz sonuçlarla, doğrudan veya dolaylı olarak kişilere ya da eşyalara zararın verilmiş olması gerekmektedir. Zarar maddi zarar olabileceği gibi manevi zarar da olabilir. Zararı ispatlamak zarar görene düştüğü kabul edilmektedir. Zarar gören ise bir fert olabileceği gibi, bir özel hukuk ya da kamu hukuku tüzel kişisi de olabilecektir.

Kirleten ortaya çıkan zarardan, başka sebeplerle de sorumlu tutulabildiği takdirde bu sorumluluklara dayanan tazmin talepleri ile ÇK’nın 28. maddesine dayanan tazminat talebi birbirleriyle yarışabilmektedir.

Kirletenin sorumluluğu için, kirletici davranış ya da faaliyetle zarar arasında nedensellik bağı olması gerekmektedir. Eş deyişle zarar, kirlenmeye yol açan davranışın sonucunda ortaya çıkmış olmalıdır. Bu sorumlulukta kirletene kurtuluş kanıtı getirme imkânı tanınmamıştır. Ancak sorumluluk hukukunun genel ilkeleri gereğince, nedensellik bağını kestikleri için sorumluluğu ortadan kaldırdığı kabul edilen üç şart, çevreyi kirletenin sorumluluğunu da ortadan kaldırır. Bu üç şart mücbir sebep, üçüncü kişinin ya da mağdurun nedensellik ilişkisini kirleten lehine kesecek yoğunluktaki kusurudur. 

  

DİP NOTLAR:

[1] TALAS, S.; Türk Ceza Kanununda Çevrenin Kasten ve Taksirle Kirletilmesi Suçları,  İÜHFM C. LXXI, S. 1, 2013 s. 1151.

[2] KATOĞLU, T.; Çevre Hukuku Sempozyumu, “Çevre ve Ceza Hukuku Yeni Türk Ceza Kanunu ve Çevreye Karşı Suçlar”, Ankara, 2006 s. 89.

[3] TALAS, s. 1153.

[4] TALAS, s. 1153.

[5] KATOĞLU, s. 91.

[6]TALAS, s. 1153.

[7] BODUR, E.; Çevre Hukuku Sempozyumu, “Çevreyi Kirletenin Hukuki Sorumluluğu”, , Ankara, 2006 s. 105.

[8] TANDOĞAN, H.: “Medeni Hukuk Açısından Çevre Kanunu”, Çevre Kanunu’nun Uygulanması, Ankara 1987, s. 25.

[9] BODUR, s. 112.

[10] TANDOĞAN, s. 25.

[11] BODUR, s. 113.

[12] BODUR, s. 113.