İHAM ve Yargıtay Kararları Işığında Hakimin Keyfiliği Meselesi
Yargı fonksiyonunun amacı, hukuk düzeninin korunması ve gerçekleştirilmesidir. Buna göre, yargıcın yaptığı iş, önüne getirilmiş olan olayla ilgili hukuk normunu tesbit etmekten, yani mantıki bir kıyas işleminden ibarettir. Bu niteliği itibariyle yargısal işlem daima gösterici mahiyet taşır[1]. Yargı fonksiyonunun doğrudan doğruya adaletin gerçekleştirilmesi amacına yönelik niteliği ve hukuki uyuşmazlıkları kesin olarak çözme özelliği, bu fonksiyonu yerine getiren devlet organlarının da kendilerine özgü bazı nitelikler taşıması sonucunu doğurur[2]. Bu nedenle Hâkimler, Anayasanın 138, 139 ve 140.maddeleri uyarınca, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Ancak bu nitelikler onları keyfi kararlar vermesi anlamına gelmemektedir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (“İHAM”), aşağıdaki koşulları taşımayan kararları, şikâyet durumunda açıkça temelsiz bulabilir:
• Yargılama, iç hukuk hükümleri tarafından bu amaçla yetkilendirilmiş organlar tarafından yapılmış olmalıdır.
• Yargılama, iç hukuktaki usul şartlarına uygun olarak yapılmış olmalıdır.
• İlgili taraf kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulmuş ve bunlar söz konusu makam tarafından gereği gibi dinlenmiş olmalıdır; yetkili organlar, objektif açıdan adil bir çözüme kavuşturulmasıyla alakalı olan olaya ve hukuki soruna ilişkin unsurları dikkate almış olmalıdırlar.
• Yargılama, yeterli gerekçelerin verildiği bir kararla sonuçlanmış olmalıdır[3].
Örnek olarak; bir kararında[4] ise “Adaletten
19 yıl kaçmış olan başvuranın davasında olası zorluklara rağmen ağır ceza
mahkemesi, Türk yasalarının yargıç önünde itiraz edilen bu tür delilleri nasıl
değerlendirdiğini çok iyi bildiği için, söz konusu ifadelerin verildiği
koşulları davanın hakkaniyete uygun olması açısından yine de incelemeliydi
(bakınız, mutatis mutandis, Kolu, ilgili bölüm, prg. 44, ve Menteş, ilgili
bölüm, prg. 33).
Oysa, esas hakimleri bu tür ifadelerin kabul edilmesinin
başvuranın adil yargılanma hakkı üzerinde yaratacağı etkileri
incelemekten kaçınmışlardır (Birleşik Krallık aleyhine Khan davası, no
35394/97, prg. 38-39, CEDH 2000-V ile karşılaştırınız) ; bu itibarla
İHAM için, esas hakimlerinin D.D. ve M.Y.’yi yeniden dinlemediklerini ve
böylece verdikleri ifadelerin güvenilirlikleri hakkında sağlam bir fikir
oluşturma fırsatını ortadan kaldırdıklarını (Kolu, ilgili bölüm, prg. 61) ve
ayrıca savunmanın mahkeme önünde yüz yüze yapılan bir yargılamada olayı kendi
versiyonuyla açıklamasını engellediklerini gözlemlemek yeterli olacaktır.
AİHM, savunma makamının haklarının adil yargılanma hakkını ihlal
edecek ölçüde kısıtlandığına ve bu nedenle İHAS’ın 6. maddesinin 1. ve 3d)
fıkralarının ihlal edildiğini hükmetmektedir.” hâkimin yeterli
inceleme yapmaması durumunun adil yargılanma ilkesine aykırılık teşkil
edeceğini belirtmiştir.
Yargıtay[5] ise
böyle bir durumda “Davalı Hakimin, işi sürüncemede bırakarak yasanın
açık buyruklarına uygun davranmaması ve davacıları sürekli bir haciz tehdidi
altında tutacak şekilde hareket etmesi HUMK.nun 573/2. fıkrasına göre; açık ve
kesin olan bir kanun hükmüne aykırılık oluşturacağından, sorumlu tutulması
gerekir.
Davalının yargılama görevini sürdürürken Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinde öngörülen usule aykırı davrandığı, bu nedenle
davacıların, kişilik değerlerinin saldırıya uğradığı sabit görüldüğünden
davanın kabulüyle her bir davacı için 100.000.000.-‘er lira olmak üzere toplam
200.000.000.- lira manevi tazminat dava tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacılara ödenmesine,
fazlaya ilişkin istem ile maddi tazminat talebinin reddine” şeklindeki
kararı ile hâkimin yasa hükmünü yanlış uygulamasının tazminat ile
sonuçlanacağını belirtmiştir.
DİPNOTLAR:
[1] Özbudun ERGUN: Türk Anayasa Hukuku, Ankara 1989,
s. 341.
[2] Özbudun, s. 342.
[3] Ergül ERGİN, Bireysel Başvuru ve Uygulaması,
Ankara 2012, s. 100.
[4] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Üçüncü Daire,
Osmanağaoğlu / Türkiye Davası, 12769/02, Strazburg, 21 Temmuz 2009 tarihli
kararı için bkz. Kazancı İçtihat ve Mevzuat Programı (erişim
tarihi:29.04.2013).
[5] T.C. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 16.11.2000
tarih ve 2000/6402 E. ve 2000/10139 K. sayılı kararı için bkz. Kazancı İçtihat
ve Mevzuat Programı (erişim tarihi: 29.04.2013).